Pages

30.11.2010

Unutulmaz Sahneler ve Replikler #6



'VİZONTELE'

Reis bey: Yav güzel kardesim zeki müren radyoda şimdi şarkı söylemiyor mu
Engin: Evet söylüyor.
Reis bey: işte onu söylerken hem dinleyip hem göreceksin.Aynı anda.
Vizontele fikri:Peki zeki müren de bizi görecek mi?
Reis bey: Vallahi orasını ben de bilmiyorum.
Cası emmi( dişleri dökük olan): Yav zeki müren neyse sanatcıdır.Peki ajans saatlerinde ne olacak? Basbakan cıkar,reis-i cumhur cıkar.Her gün böyle kravatla evde oturamayız ki.
Engin: insan ev hali donla geziyor kardesim.Koskoca basbakana karsı.
Reis bey: Yav sacma sapan konusmayın be.Sinemada artistler sizi görüyor mu?
Cası emmi: Görmüyor mu?
Reis bey: E görmüyor.Sinemasız ev kalmayacak.Her evde bir sinema olacak...

!f İstanbul’da Bu Sene Sizin Seçtiğiniz Filmler Gösteriliyor



2011 yılında 10. yaşını kutlayacak olan !f İstanbul AFM Bağımsız Filmler Festivali, önceki yıllarda gösterdiği ve !f-severlerin kalbini çalan 41 film arasından sizlerin oyları ile seçilecek 5 filmi sinema salonunda hep birlikte tekrar izleme keyfini sunuyor.

blog.ifistanbul.com adresinden oylamaya katılabileceğiniz ankette iki gün içinde binin üzerinde oy kullanıldı. Kaçırdığınız veya bir daha görmezsem gözüm açık gider dediğiniz filmleri sinema salonunda izleyebilmek için 3 Aralık 2010 tarihine kadar oylamaya mutlaka katılın.

10 senedir bağımsız film tutkunlarının bağımlısı olduğu !f İstanbul, 2011 yılında 17-27 Şubat arası festivalin klasikleşen salonları AFM Fitaş, AFM İstinye Park ve Caddebostan CKM’de yapılacak. Festival programı ise Ocak ayında açıklanacak.

29.11.2010

Bir Kuşun Resmini Yapmak için...


Önce bir kafes resmi yaparsın
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarmak yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.

Jacques Prevert

Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu

26.11.2010

Farinelli (1994)



Daha dün gibi hatırlıyorum, üniversite de iken aldığım müzik tarihi dersini ve sınavda soru olarak karşımıza çıkacak olan Farinelli'nin hayatını. O güne kadar, 'il castrato' yani Farineli hakkında hiçbir bilgim olmamasına rağmen, bu muhteşem film, hem dersten geçmemi sağladı hemde barok müziğin muhteşem tınıları ile tanıştırdı beni.

Farinelli, Klasik Batı Müziği'nin Barok döneminde yaşamış ve döneme damgasını vurmuş Carlo Broschi'nin hayatını anlatıyor. Rönesans sonrası, 16yy ve 18yy. arası yaşanan Barok periyod hakkında da bilgi sahibi olmamızı sağlayan film , dönemin şaşasına, sanat anlayışına ve görkemli müzük tarzını da gözler önüne seriyor. Bu görkemin içinde Carlo'nun mutsuz ve dramatik bir hayatı olduğunuda öğrenmiş oluyoruz. Daha çoçuk yaştayken, en yakın arkadaşının intaharı ile büyük bir şok yaşamışdır. İntihar kadar bu intaharın altında yatan neden de bir o kadar acıdır. Bu genç sopranolar, ilerde sesleri bozulmasın diye hadım ediliyorlar ve 'Castrato' sözcüğüde burdan türüyor. Hayatı boyunca castrato olmanın acısını çeken Carlo'ya ise en büyük desteği abisi Ricardo'da veriyor. Aralarında ki mükemmel uyum ve enerji müzik dünyasında daha hızlı ilerlemelerine neden oluyor. Ricardo, müzik besteliyor ve Carlo seslendiriyor. Carlo, kadınları ayartıyor ve Ricardo kadınlar ile sevişiyor. İşte, yönetmen bu noktada bu iki kardeşin sıradışı hayatlarını çok net ve başarılı bir şekilde aktarıyor. Fakat, ikilin bu muhteşem uyumu ünlü Alman Maestro Handel'in aralarına girmesi ile bozuluyor. Carlo ve Handel'in uyumun ve zıtlıklarına da zaman zaman şahit olduğumuz film. Muhteşem, müzik ziyafetleri vererek devam ediyor...

Barok dönemin en önemli iki müzisyeni hakkında bilgi edinmemizi sağlayan film, ayrıca dönemin şaşalı havasını ve sanatsal zenginlğinide gözler önüne seriyor. Daha önceleri opera'dan ve klasik müzik'den hoşlanmayanların bile bu filmi izledikten sonra klasik müziğe sempati duymaya başladığını gözlerimle gördüm. :) Daha ne diyim, bir şekilde filmi temin edin ve müzik ziyafeti yaşayarak filmi izleyin. İyi seyirler.

Bukowski Yazıları...



BARLAR ÜZERİNE:
Barlara pek gitmiyorum artık. Sistemimden çıkardım onları. Şimdi bir bara girdiğimde öğürüyorum, O kadar çok bar gördüm ki, yetti bana -gençken yapılacak iştir bara gitmek, biliyor musun, bir hatun kaldırmaya çalışmak, birileriyle dövüşmek filan, bütün o maço saçmalık - benim yaşımda yapılacak iş değil. Barlara işemek için giriyorum artık. Yıllarımı geçirdim barlarda. Bara girip kusmak için doğru helaya giderdim, oraya varmıştı iş.

ALKOL ÜZERİNE:
Alkol bu dünyaya gelmiş en muhteşem şeylerden biri muhtemelen -beni saymazsak tabii ki. Evet. bu dünyaya gelmiş en muhteşem iki şeyi saptadık. İşte. iyi anlaşırız ben ve alkol. Çoğu insan için yıkıcıdır. Ben onlardan biri değilim. En yaratıcı yazılarımı sarhoşken yazmışımdır. Kadınlarla bile, ben biraz çekingenimdir sevişme konusunda, bu yüzden alkol bana cinsel olarak daha özgür olma olanağı tanımıştır. Alkol özgürlüktür benim için, çünkü ben esas olarak içine kapanık, mahcup biriyim, oysa alkol bana bir kahraman olma, pervasızca işler yapıp uzay ve mekanda uzun adımlarla yürüme fırsatı tanır. bu yüzden seviyorum. evet.

SİGARA İÇMEK ÜZERİNE:
Seviyorum sigara içmeyi. Duman ve alkol birbirlerini dengeliyor. Eskiden deli gibi içtikten sonra uyanırdım ve ellerim nikotinden sapsarı olurdu, eldiven gibi. kahverengi nerdeyse. içimden, " Hasiktir. ciğerlerim ne haldedir kim bilir? Aman Allahım!" diye geçirirdim.


KEDİLER ÜZERİNE:
Kedilerin arasında olmak çok iyidir. Kendini kötü hissediyorsan kedilere bakar ve kendini çok daha iyi hissedersin, çünkü onlar her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu bilirler; öyle fazla heyecanlanmak ya da üzülmek için bir neden yok. Onlar bunu bilirler. Kurtarıcıdır kediler. Ne kadar çok kedin varsa o kadar uzun yaşarsın. Yüz kedin varsa on kedin olduğunda yaşayacağının on katı daha uzun yaşarsın. Bu gerçek bir gün keşfedilecek ve herkesin binlerce kedisi olacak ve kimse ölmeyecek. Gerçekten çok saçma.

YAZMAK ÜZERİNE:
Asla gündüz yazmam. Çıplakken alış veriş merkezinde koşmak gibi bir şey gündüz yazmak. Herkes seni görür. Gece. işte o zaman numara çekebilirsin. sihir.

İNSANLAR ÜZERİNE:
İnsanlara fazla bakmam. Rahatsız edicidir. Birine çok fazla bakarsan onun gibi olmaya başlarsın derler.

ŞÖHRET ÜZERİNE:
Öğütür insanı. Fahişedir, kancıktır, tüm zamanların en büyük öğütücüsüdür. Ben şanslıyım, çünkü Avrupa'da büyük bir şöhretim var, burdaysa fazla tanınmıyorum. Dünyanın en talihli adamlarından biriyim. Şanslı bir köpek. Şöhret korkunç bir şey gerçekten. Sıradanlık cetvelinde bir ölçüdür, birinci viteste çalışan beyinler. Değersizdir. Seçkin bir seyirci çok daha iyidir.

YALNIZLIK ÜZERİNE:
Hiç yalnız hissetmedim kendimi. Bir odada tek başıma kaldım, intiharın eşiğinde. Kendimi çok kötü hissettiğim oldu, ama hiçbir zaman birinin odaya girip kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacağını düşünmedim. ya da birkaç kişinin. Başka bir deyişle, yalnızlık beni hiçbir zaman rahatsız etmemiştir, çünkü yalnız kalmaya doyamam. Ben kendimi insan dolu bir odada ya da tezahürat yapan seyircilerle dolu bir tribünde en yalnız hissederim. Ibsen'den bir alıntı yapacağım: "En güçlü insanlar genellikle yalnızdır." Hiçbir zaman içimden, "şuh bir sarışın içeri girip beni düzecek, taşaklarımı ovacak ve kendimi daha iyi hissedeceğim," diye geçirmedim. Hayır, onun hiçbir yararı olmaz. İnsanları bilirsin, "Hey, Cuma akşyokı, ne yapacağız? Burda kös kös oturacak mıyız?" Evet, kesinlikle. Çünkü yok dışarıda bir şey. Aptallık sadece. Aptal insanlarla fingirdeyen aptal insanlar. Geceye koşa koşa çıkmak gibi bir ihtiyaç içinde olmadım hiçbir zaman. Barlarda gizlendim, çünkü fabrikalarda gizlenmek
istemiyordum. Hepsi bu. Milyonlarca insan adına özür dilerim, ama ben kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim. Kendimden hoşnutum. Bildiğim en iyi eğlence kendimim. Biraz daha şarap içelim!

GÜZELLİK ÜZERİNE:
Güzellik diye bir şey yok, özellikle insan yüzünde. fizyonomi dediğimiz şey. Hatlar arası uyum söz konusudur, matematikseldir. Burun fazla göze batmasın, yanlar modaya uygun olsun, kulak memeleri fazla iri olmasın, saçlar uzun. Genellemelerden oluşmuş bir serap. Kimileri bazı yüzleri harikulade bulur, ama gerçekte, son kertede, değillerdir. Sıfıra eşitlenmiş cebirsel bir denklem. "Gerçek güzellik", tabii ki, kişilikte yatar. Kaşların biçiminde değil. Pek çok kadın bana beni harikulade bulduklarını söylemiştir. oysa benim yüzüme bakmak bir kase çorbaya bakmaktan farksızdır.

ÇİRKİNLİK ÜZERİNE:
Yoktur çirkinlik diye bir şey. Biçimsizlik vardır, ama dışa dönük bir çirkinlik yoktur. Ben konuştum.

CESARET ÜZERİNE:
Cesur insanların çoğunun hayal gücü zayıftır. İşler yolunda gitmezse başlarına gelecekleri kestiremezler sanki. Gerçekten cesur olanlar hayal güçlerini yenip yapmaları gerekeni yapanlardır.

KORKU ÜZERİNE:
Hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

ŞİDDET ÜZERİNE:
Şiddetin çoklukla yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Belli bir şiddet gereklidir. Hepimizin içinde çıkmayı talep eden bir enerji var. O enerji bastırılırsa deliririz. Hepimizin arzuladığı o mutlak huzur hali arzulanacak bir bölge değildir. Bir şekilde yapımıza uygun değil. Boks maçlarını seyretmeyi bu yüzden seviyorum, gençliğimde de bu yüzden severdim arka sokaklarda dövüşmeyi. "Enerjinin şerefli bir biçimde dışa vurulması," bazen şiddet olarak yorumlanır. "İlginç delilik" ve "iğrenç delilik" vardır. Şiddetin de iyi ve kötü biçimleri var. Yani belirsiz bir sözcük şiddet. Başkalarına fazla zarar vermedikçe yerine göre iyi olabilir.

İNANÇ ÜZERİNE:
İnanan insanlar için iyidir inanç. Benim sırtıma yüklemeyin ama. Bir tesisatçıya kutsal ruhtan daha fazla inancım var benim. Tesisatçılar son derece yararlı bir iş yaparlar. Bokun akmasını sağlarlar.

GELENEKSEL AHLAK ANLAYIŞI ÜZERİNE:
Cehennem olmayabilir, ama yargılayanlar bir tane yaratabilir. İnsanlara çok fazla şey öğretildiğini düşünüyorum. Her şey fazla öğretiliyor. Başına gelenlerden öğrenebilmelisin, tepkinden. Tuhaf bir sözcük kullanmak zorundayım burda. "İyi". Nerden geldiğini bilmiyorum, ama hepimizin içinde doğuştan bir iyilik damarı olduğunu düşünüyorum. Tanrı'ya inanmıyorum, ama içimizdeki o iyilik damarına inanıyorum. O damarı beslemek mümkün. Tampon tampona trafikte biri sana yol verdiğinde sihirdir her seferinde. Umut verir insana.

22.11.2010

Going The Distance (2010)


Uzun zamandır romantik-komedi izlememenin verdiği bir hevesle izledim Going the Distance'ı. Başrollerini, Drew Barrymore ve Justin Long'un paylaştığı yapımın yönetmeni ise, Nanette Burstein. Film, 2000'li yılların sonlarına doğru ilişki çeşitlerinde yerini almış uzak mesafe aşkı'nı konu alıyor. Bireylerin kariyer odaklı yaşamları zaman zaman şehir değiştirmelerine hatta ülke değiştirmelerine bile neden oluyor. Geride bıraktıkları aşkı ise gelişen teknoloji sayesinde hiç ayrılmamış gibi yaşamaya çalışıyorlar. Tabiki sadece bir kaç aylığına, daha sonra bireyler yaşadıkları sanal birliktelikten sıkılıyor ve ilişkileri ya bitiyor, ya da bir taraf fedakarlık yapıp diğerinin yanına gidiyor. İşte filmimizin basitçe bu konu üzerine kurulu. Erin ve Garrett, New York'da tanışmış ve ilişkileri aşka dönüşmüş bir çifttir. Erin'in iş için Californiya'ya gitmesi ilişkileri açısından dönüm noktası olur ve çiftimiz uzak mesafeli aşkı yaşmaya başlarlar. Zamanla yaşadıkları heyecan , sıkıntı ve ızdırıba dönüşmeye başlar ve ilişki hakkında karar alınması gereken an gelir... Konu olarak güzel dursada, kurguda ki eksiklikler, filmin sıkıcı ve durağan yapısı, filmi vasat altı kılıyor. Ayrıca, başrol oyuncuları Justin Long ve Drew Barrymore bana göre pek uyumlu bir ikili değil ve oyunculukları ortalamanın altı. Herşeye rağmen, boş bir vakitte izlenebilir, iyi seyirler...

15.11.2010

Unutulmaz Sahneler ve Replikler #5



Frenleri kullanma; arabalar gitmek için yapılmıştır, durmak için degil!
Michel Poiccard "A Bout de Souffle-Serseri Asiklar"

12.11.2010

The Extra Man (2010)


The Extra Man'i, son günlerde izlediğim en ilginç filmlerden biri olarak belirtebilirim. Yönetmenliğini, Robert Pulcini ve Shari Springer Berman'ın üstlendiği film, Jonathan Ames'in aynı adlı eserinden beyaz perdeye aktarılmış. Kevin Kline ve Paul Dano ise başrolleri paylaşıyor. Yardımcı rollerde ise, Katie Holmes, John C. Reilly ve Celia Weston gibi isimler karşımıza çıkıyor.

Tür olarak belli bir kalıba pek sığmayacak ama genel olarak absürd-komedi tadında olan bir yapım. Film, Princeton'da araştırma görevlisi olan, Louise Ives'in hayatında yaşadığı gelgitleri ve ne olmak istediğin seçme konusunda yaşadığı sıkıntıları anlatıyor. Louise, ya Fitzgerald'ın romanlarında ki gibi bir centilmen olacaktır ya da cinsel hazlarına ket vurmayan özgürlükçü bir birey. İşte tam bu noktada, Princeton'da ki görevinden ayrılan Louise, hem ne istediğine karar vermek için hem de yazar olabilme ümidi ile New York'a gelir. New York'da çılıgın ve deli dolu bir oyun yazarı olan Henry Harrison ile aynı evi paylaşmaya başlayan Louise, zamanla bu ihtiyar adamla yakınlaşır ve dost olur. Henry'nin işi New York'lu yaşlı ama zengin sosyetik bayanlara eskortluk etmektir. Louise, ilk başlarda bu işi yadırgasa da Henry'e eşlik etmeye başlar. Diğer yandan ise, bir vahşi yaşam dergisinde iş bulan Louise,kalbini kaptıracağı Mary ile burda tanışır.

Absürd-komedi filmlerden hoşlananlara tavsiye edilebilecek eğlenceli ve komik bir film. Ayrıca, Kevin Kline ve Paul Dano'nun oyunculukları da çok dikkat çekici ve başarılı. İyi seyirler...

11.11.2010

16 Things You Didn’t Know About Sleep

16 Things You Didn't Know About Sleep
Via: Psychology Degree

Greenberg (2010)


The Squid and The Whale ile adını duyuran yönetmen Noam Baumbach'ın, senaryosunu eski eşi Jeniffer Jason Leigh ile oluşturdukları, Greenberg filmi pek dikkat çekmeyen ama vurucu nitelikleri olan bir yapım. Başrollerini, Ben Stiller ve Greta Gerwig üstlendiği film, genel olarak depresif ve hayatta istediğini bir türlü yakalayamamış insanların yaşama çabaları üzerinde dönüyor. Zaman zaman sıkıntı vermiyor değil ama, gerek Stiller'in başarılı oyunculuğu, gerek mizah yönü taşıyan karakterler gerekse de Californiya'nin kış güneşli sonbahar havası, izleyiciyi tatmin ediyor. Zira, bu tempo ile filmin New York veya Boston'da filan geçtiğini düşünemiyorum. Neyse, filmin konusuna dönersek eğer; Roger Greenberg(Ben Stiller), orta derece bir Rock Star olma şansını zamanında kaybetmiş. Psikolojik problemler yaşayan, hayatta bir türlü düzen ve yol tutturamamış 40'li yaşların başında bir adamdır. Bir süreliğine hiçbir şey yapmamak ve hayatını gözden geçirmek için, erkek kardeşinin Los Angeles'da ki evine taşınır. Kardeşinin, Vietnam'da olması nedeni ile hafif bir yalnızlık yaşayan Roger, yalnızlığını eski arkadaşları ve kardeşinin asistanı Florence ile atmaya çalışır. Florence, 20'li yaşların sonlarında duygusal açlık yaşayan, iyi niyetli bir kızdır. İkilinin zamanla arasında duygusal bir haraketlenme oluşur ve film süprizsiz ve sessiz sakin bir şekilde biter. Greenberg, herkese tavsiye edebileceğim bir film kesinlikle değil. Ama, yeni dönem Amerikan Bağımsız Sinemasın'dan hoşlanan ve depresif filmleri kaldırabilenler kesinlikle izlesinin.

Filmden bir kaç vurucu replik:

-florence: do you think you could love me?
roger: i.. i don't know, florence.

-ivan schrank: youth is wasted on the young.
roger greenberg: i'd go further. i'd go: life is wasted on people.

-roger: hurt people, hurt people...