Pages

28.01.2010

Beetlejuice (Beterböcek)


Beetlejuice, 90'lı yıllarda çoçuk olmuş herkes için, fenomen olmuş bir filmdir. Yıllar içinde defalarca izlemiş olsam da, tekrar tekrar aynı zevki aldığım ender fantastik yapımlardan biridirde ayrıca. Yönetmenliğini, Tim Burton'un yaptığı film de , yönetmen masalsı, karanlık ve gotik bir dünya yaratmış. Oyuncu kadrosunda baktığımız ise şu isimler karşımıza çıkıyor; Micheal Keaton, Geena Davis, lec Baldwin ve Winona Ryder.

Genç ve mutlu bir çift olan Adam ve Barbara, talihsiz bir şekilde geçirdikleri trafik kazası sonucu ölürler. Hayattayken bir ömür boyu yaşamayı düşündükleri ev de ruhları bir şekilde hapis kalır ve evlerinde yaşmamaya devam ederler. Ancak, rahatları pek uzun sürmez, şehirli görgüsüz bir aile ve gotik kızları eve taşınırlar. Evi, baştan aşağı değiştiren ve Adam ve Barbara'nın tüm romantik anılarını silmeye çalışan evin yeni sahipleri, kahramanlarımızın canına tak eder. Evden, yeni sahipleri kovmak için elinden geleni yapan, Adam ve Barbara en son çareyi ruhlar alemenin, en belalı ve en çılgın karakteri olan Beterböcek'i çağırmakta bulur. Fakat, Beterböcek'in eve gelmesi ile, işler içinden daha çıkılmaz bir alır.

Her yönü ile insanı mest eden ve Tim Burton'a hayran olma sebebi yaratan bir film. Masalsı, komik,fantastik bir gerilim filmi. Ayrıca, müzikal unsurları da unutmamak lazım... İyi seyirler...

27.01.2010

Tehlikelidir Gitmek


Tehlikelidir gitmek…
Çarkların arasına sıkıştırılmış bir levye gibidir; kırar dişlileri…
Boş zaman, riskli zamandır; boşta kaldı mı sorgular insan aklı:
“Ne yapıyormuşum, kim için çalışıyormuşum, ömrümü neye harcıyormuşum ben” diye düşünür. Başka dünyaları, farklı hayatları görür; dönmeyiverir alimallah…
Özendirir gitmeyenleri de; isyanı tetikler.
Köprüleri ateşe verdin mi, dönüşün yoktur.
Dönsen bile gidenle dönen aynı kişi değildir.
Yollar, bir hayli değiştirip geri yollar insanı…

Can Yücel

26.01.2010

Vengeance



2009 yapımı, HongKong- Fransa ortak yapımı filmin, yönetmenliğini Johnnie To üstleniyor. Adını Hong-Kong ve Çin dışında pek duyaramamış yönetmenin, bugüne kadar yaptığı en popüler film olan Vengeance, Cannes'da yarışma fırsatı bile bulmuştur. Başrolünü, ünlü Fransız Rock Şarkıcısı Johnny Hallyday üstleniyor. Yardımcı rollerde ise; Simon Yam, Sylvie Testud ve Anthony Wong gibi isimler oluşturuyor. Alışıldık, bir konuyu ele alan film, bir kaç ufak detayla bilindik, intikam hikayesini, zevkli bir aksiyon filmine çeviriyor..



Eski mafya tetikçisi olan Castello'nun, torunları ve damadı, Çin'in Güney'in de bulunan Macau adasında, nedeni bilinmeyen bir şekilde öldürülür. Şans eseri, kızı hayatta kalmayı başarır ve Castello'dan intikamını almasını ister. İlk başlardan itibaren Castello'da bir gariplik olduğu gözümüze çarpıyor. İlerliyen sahnelerde, kahramanımızın beynine saplanan bir kurşundan dolayı, hafızasını yavaş yavaş kaybettiğini öğreniyoruz. Castello, hastalığı nedeni ile olayı tek başına çözemiyeceğini çok geçmeden anlar ve tesadüf eseri yerel bir mafya grubu ile tanışır. Her ne kadar yeri geldiğinde acımasız olan, bu katiller, herşeye rağmen dürüst, adaletli ve sevimli kişilerdir. Tanıştıkları, andan itibaren Castello'ya içten içe hayranlık ve bağlılık duyan bu üçlü, kahramınımızın intikamını paylaşırlar. Yolları, Macau'dan HongKong a kadar düşer ve aksiyon dolu sahneler ve çatışmalar birbirini izler...



Tarz olarak, zaman zaman Tarantino zaman zaman da Luc Besson filmlerine benzemiş olan bu Hong-Kong yapımı aksiyon filmi, herşeye rağmen seyirciyi kesintisiz bir şekilde ekran karşısında tutabiliyor. Fakat, zaman zaman hissedilen, Memento ve Taken esintileri, insanı biraz senaryoya karşı soğutabiliyor. Son olarak da bir kaç söz, ünlü Fransız Rokçı Johnny Hallyday için söylemek istiyorum, 66 yaşında olmasına rağmen atletik hali ve karizmatik duruşu ile filme , inanılmaz bir hava katıyor ve oyunculuk adına döktürüyor. Boş zamanda izlenebilecek, ortalama üstü bir aksiyon film, iyi seyirler...

imdb notu: 6.6

25.01.2010

An Education


Bu hafta ki, ilk film önerim An Education olacak. İddasız ve sessiz sakin bir şekilde piyasaya çıkan film, bir süre sonra gerek otoriteler ve gerekse de sinema severler tarafından tam not aldı. Bafta ödüllerine 8dalda aday gösterilen film, büyük ihtimalle Oscar ödülleri içinde yarışacak. Filmin yönetmenliğini, Danimarka'lı yönetmen, Lone Scherfig üstleniyor. Yeni Başlıyanlar için İtalyanca, yönetmenin en popüler filmi olarak göze çarpıyor. Senaryo ise, ünlü yazar Nick Hornby'e ait. Oyuncu kadrosu ise şu isimlerden oluşuyor; Carey Mulligan, Alfred Molina, Peter Sarsgaard ve Emma Thompson.

1960'lı yılların Londra'sın da geçen bu aşk hikayesi, bir çok mesaj içeren, bir liseli genç kız güncesi olarak karşımıza çıkıyor. Jenny, okulda başarılı olan, zeki bir genç kızdır. Ailesi ve tüm öğretmenleri tarafından, Oxford'a gitmesi için yönlendirilmektedir. Fakat Jenny'nin tüm hayatı, rastlandı eseri tanıştığı Jack'e aşık olması ile değişir. Jack, kendinden yaşça büyük, zengin ve hovarda bir adamdır. Lüks arabalar, kaliteli resturantlar ve Paris gezileri, Jenny'nin aklını tamamen başından alır ve Jack ile ilgili birçok gerçeği bilmesine rağmen gözlerini kapatır. Bir süre sonra, ailesinin, özellikle babasının da desteğini alan, Jenny, Jack'in evlenme teklifini kabul eder. Artık, okumak ona bir yüktür, çünkü tüm ihtiyaçlarını karşılayacak zengin bir kocası olacaktır. Ama, işler pek istediği gibi gitmez ve Jack'in ondan sakladığı büyük sırrını öğrenir ve peri masalı bir anda son verir. Artık, Jenny'nin tek yolu , yarım bıraktığı eğitimini tamamlamaktır...

Ders verici mesajlarla donatılmış bir yapım. Ayrıca, kadının toplumda ki yerini sorgulaması ve aile kavramının önemini ortaya koyması açısında dikkat çekiyor. Ağir ilerliyen fakat, başarılı kurgusu ve kaliteli oyuculukları ile öne çıkan, bir İngiliz filmi, tavsiye edilir...

Bafta Adayları Belli Oldu


İngiliz film akedemisi Bafta, geçen hafta içinde adaylarını belirledi. İngiltere'nin en önemli sinema ödülleri arasında gösterilen organizasyon, ayrıca Oscar'ın da habercisi olarak gösteriliyor. İşte Bafta'nın tüm listesi:


en iyi film:

avatar
an education
the hurt locker
precious
up in the air

en iyi ingiliz filmi:

an education - lone scherfig
fish tank - andrea arnold
in the loop - armando iannucci
moon - duncan jones
nowhere boy - sam taylor-wood

en iyi yabancı film:

broken embraces - pedro almodóvar
coco before chanel - anne fontaine
let the right one in - tomas alfredson
a prophet - jacques audiard
the white ribbon - michael haneke

en iyi yönetmen:

avatar - james cameron
district 9 - neill blomkamp
an education - lone scherfig
the hurt locker - kathryn bigelow
inglourious basterds - quentin tarantino

en iyi erkek oyuncu:

jeff bridges - crazy heart
george clooney - up in the air
colin firth - a single man
jeremy renner - the hurt locker
andy serkis - sex & drugs & rock & roll

en iyi kadın oyuncu:

carey mulligan - an education
saoirse ronan - the lovely bones
gabourey sidibe - precious: based on the novel push by sapphire
meryl streep - julie & julia
audrey tautou - coco before chanel

en iyi yardımcı erkek oyuncu:

alec baldwin - it’s complicated
christian mckay - me and orson welles
alfred molina - an education
stanley tucci - the lovely bones
christoph waltz - inglourious basterds

en iyi yardımcı kadın oyuncu:

anne-marie duff - nowhere boy
vera farmiga - up in the air
anna kendrick - up in the air
mo'nique - precious: based on the novel push by sapphire
kristin scott thomas - nowhere boy

en iyi orijinal senaryo:

the hangover - jon lucas, scott moore
the hurt locker - mark boal
inglourious basterds - quentin tarantino
a serious man - joel coen, ethan coen
up - bob peterson, pete docter

en iyi uyarlama senaryo:

district 9 - neill blomkamp, terri tatchell
an education - nick hornby
in the loop - jesse armstrong, simon blackwell, armando iannucci, tony roche precious: based on the novel push by sapphire - geoffrey fletcher
up in the air - jason reitman, sheldon turner

en iyi animasyon:

coraline - henry selick
fantastic mr fox - wes anderson
up - pete docter

en iyi kurgu:

avatar - stephen rivkin, john refoua, james cameron
district 9 - julian clarke
the hurt locker - bob murawski, chris innis
inglourious basterds - sally menke
up in the air - dana e. glauberman

en iyi görüntü yönetmeni:

avatar - mauro fiore
district 9 - trent opaloch
the hurt locker - barry ackroyd
inglourious basterds - robert richardson
the road - javier aguirresarobe

en iyi müzik:

avatar - james horner
crazy heart - t-bone burnett, stephen bruton
fantastic mr fox - alexandre desplat
sex & drugs & rock & roll - chaz jankel
up - michael giacchino

18.01.2010

67.Altın Küre ödülleri sahiplerini buldu...


Oscar'ın habercisi olarak bilinen Altın Küre Ödülleri, görkemli bir törenle sahiplerini buldu. Avatar'ın En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini alarak damga vurduğu gecede, e2'de yayınlanan dizilerden 'Mad Men' bir kez daha En İyi Dizi seçilirken, 'Dexter'daki rolüyle Michael C. Hall da drama dalında En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı.

ÖDÜL KAZANANLARIN TAM LİSTESİ:

En İyi Film (Drama): Avatar
En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Jeff Bridges (Crazy Heart)
En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Sandra Bullock (The Blind Side)

En İyi Film (Müzikal-Komedi): Felekten Bir Gece/ Hangover
En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal-Komedi): Robert Downey Jr. (Sherlock Holmes)
En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal-Komedi): Meryl Streep (Julie & Julia)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz (Soysuzlar Çetesi/ Inglourious Basterds)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Mo'Nique (Precious)
En İyi Yönetmen: James Cameron (Avatar)
En İyi Senaryo: Aklı Havada/ Up In The Air (Jason Reitman, Sheldon Turner)
En İyi Animasyon: Up
En İyi Yabancı Film: The White Ribbon (Michael Haneke - Germany)
En İyi Müzik: Michael Giacchino (Up)
En İyi Şarkı: Ryan Bingham and T Bone Burnett - The Weary Kind (Crazy Heart)

En İyi Dizi (Drama): Mad Men
En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Michael C. Hall (Dexter)
En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Julianna Margulies (The Good Wife)

En İyi Dizi (Müzikal-Komedi): Glee
En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal-Komedi): Alec Baldwin (30 Rock)
En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal-Komedi): Toni Collette (United States Of Tara)

En İyi Mini Dizi: Grey Gardens
En İyi Erkek Oyuncu (TV filmi veya Mini Dİzi): Kevin Bacon (Taking Chance)
En İyi Kadın Oyuncu (TV filmi veya Mini Dİzi): Drew Barrymore (Grey Gardens)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Dizi, TV filmi veya Mini Dİzi): Chloe Sevigny (Big Love)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Dizi, TV filmiveya Mini Dİzi): John Lithgow (Dexter)

Invictus (Yenilmez)


Bol ödüllü yönetmen, Clint Eastwood'un yeni filmi Invictus, gerçek bir hikayeyi bizlere aktarıyor. Yakın, geçmişte yaşanmış bu başarı hikayesini konu alan film, politik ve biyografik öğeleri ile dikkat çekiyor. Güney Afrika'nın efsanevi lideri Nelson Mandela'nın ülkeyi birleştirmek ve siyah-beyaz ayrımını bitirmek adına, kullandığı ulusal spor başarısını, aktaran film, One team, one country... gibi mottolara da yer veriyor.

Başrollerde ise karşımıza, Matt Damon ve Margon Freeman çıkıyor. Freeman oyunculuk adına döktürürken, Damon tutuk ve ruhsuz oyunculuğu ile yine içimize sıkıntılar veriyor. Ve, bana göre yönetmen Eastwood'un hataları da burda başlıyor. Yanlış oyuncu seçimi ve tarihsel öğelerde yapılan bariz hatalar.Mesela, Ulusal Rugby takımının Cape Town'da ilk koşuları sırasında, 2009 model Range Rover gözümüze bariz bir şekilde çarpıyor, ama filmin geçtiği yıl 1995. Daha sonraları, 2006 model Hyundai Getz'leride filmde görebiliriz. Efsanevi yönetmen nasıl boyle hatalar yapmış anlamadım. Rugby sporundan anlamam ve Güney Afrika'nın o dönem içinde yaşadığı olaylara detaylıca hakim değilim, ama imdb'de ye göre filmde bizim anlamadığımız ve gözümüzden kaçan birçok hata daha var.

http://www.imdb.com/title/tt1057500/goofs, bu linkten diğer hatalara bir göz atabilirisiniz.

Dediğim gibi, konu güzel, gerek verdiği politik mesajlar gerekse de efsane lider Mandela'yı aktarması açısından. Ama filmde ki, bu hatalar ister istemez filmden soğumanıza neden oluyor. Bence, biraz zorlama ve acele edilmiş bir yapım olmuş, Eastwood'un son yıllarda yaptığı en kötü film, ama yinede sizde izleyin ve notunuzu kendiniz verin.

14.01.2010

Nordwand (Kuzey Yamacı)


Bu aralar vizyonda olan, Almanya yapımı bu tarihi-macera filminin bende bıraktığı izlenimlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle, filmin konusu gerçek bir hayat hikayesinden alınmış. 1930'lı yılların ikinci yarısında yaşanan olayları konu alıyor. Toni ve Andi, Nazi Dağcılık Birimine bağlı, tek tutkuları tırmanmak olan dağcılardır.Bu ikili, politik ve siyasal olaylara uzak, sadece yaptıkları spora tutkuludurlar. Andi'nin çabaları ile, 1936 yılında bu ikili kimsenin çıkmayı başramadığı Eiger Dağı'nın, Kuzey Yamacına(Ölü Taraf) çıkmaya karar verirler. Hem toplumda saygın bir yere sahip olmak, hem de adlarını efsaneleştirmek için bu fırsat kaçınılmazdır. İsviçre'ye geldiklerinde, hazırlıkları sırasında Toni, ilk aşkı muhabir Luise'yi tekrar görür ve aralarında ki aşk tekrar canlanır. Ve, hazırlıklar tamamlanır, dağcılarımız umutsuz bir şekilde tırmanmaya başlarlar. İlk başlarda herşey olumlu gitmiş, Toni ve Andi, hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Fakat onların rotasını takip eden, Avusturya'lı dağcılar tüm planları alt üst eder. Artık, onlar rakip değil, o ölümcül yamaç'dan kurtulmaya çalışan bir ekiptir. Dağcılarımız, hayatlarını kurtarmak için yoğun bir çaba sarf ederken, Luise'de hayatının aşkını kurtarmak için yola çıkar...

Her anı macera ve adrenalin dolu bir film. Görsel öğeler ve başarılı dönem anlatımı da cabası. Savaş yıllarına yakın, Nazi Almanya'sına başka bir yönden yaklaşan ve Alman insanının birinci olmak ve insan olmak arasında gidip geldiği, ortalama üstü bir film. Tavsiyemdir, iyi seyirler...

10.01.2010

Avatar



En sonunda istediğim seansta ve istediğim salonda, Avatar'ı izleme şerefine nail oldum. Yönetmen ve senarist James Cameron, daha önce Terminatör ve Titanic filmleri ile büyük bir başarı ve popülerite yakalamıştı. Ama, belkide bu filmle yıllar boyu unutulmayacaklar arasına çoktan girdi bile. Üç boyutlu sinema teknikleri ile üretilen ve bügüne kadar yapılmış, en yüksek bütçeli film olan Avatar'ı izlerken, yönetmen Cameron'ın hayalgücüne ve sinema diline hayran kalmamak elde değil. Filmin oyuncularına geldiğimiz ise şu isimler karşımıza çıkıyor; Sam Worthington, Zoe Saldana, Giovanni Ribisi ve Sigourney Weaver. Ben, oyunculuklar adına çok kayde değer bir performans göremedim ve bu zaten çok normal gibi gözüküyor. Çünkü, film oyuncu performanslarına odaklı değil, teknolojik altyapı ve görsel şiirsellik herşeyin önüne geçiyor.



Film, dünyadan çok uzakta Pandora adlı bir gezegende geçiyor. Değerli taşlar ve madenlerin zenginliği, insanoğlunu bu gezegene çekmiş ve bir özel şirket adına araştırmalar başlamıştır bile. Pandora'da büyük bir uzay üstü kuran bu şirket, bilim adamları ve paralı askerlerden oluşan bir gruptur. İnsanların, maskesiz nefes alamadığı bu topraklarda, nefes alabilecek ve araştırma yapabilecek bireylere ihtiyaç vardır. Bunu çözümününde ise, yarı Na'vi(Pandora'lı insana benzeyen canlı) ve yarı insan DNA'sından oluşan ve dışardan kontrol edilebilen genetik harikalar oaln Avatar'lar yatar. Jake Sully, tekerlekli sandalyeye bağlı bir savaş gazisidir ve programa gönüllü olarak katılır. Daha ilk andan, fonksiyonunu kaybeden bedenine farklı bir formatta bile olsa, kavuşmanın keyfini yaşayan Sully, Na'vi insanlarının arasına sızmakla görevlendirilir. Görevini başarıyla yerine getirmeye çalışan Jake, savaşçı ve asi ruhu ile zamanla Na'vi'lere kendini kabul ettirier ve onlardan biri olmayı başarır. Bu sırada, Na'vi kabile reisinin kızı Neytiri'ye de aşık olur ve görevinin gereklerini ertelemeye ve hatta saf değiştirmeye bile başlar. Bu arada, şirketin askeri birlikleri çoktan gezegenin en kutsal ve maden açısından en değerli alanlarını bombalamaya başlamıştır bile. Zaman, Na'vi'lerin bağımsızlık ve özgürlük için savaşma vaktidir ve yarı insan yarı Na'vi, Avatar Jake'de çoktan safını bellemiştir...



Birçok otorite, filmi bir devrim niteliğinde görmekte. Bende, bu düşünceye katılıyorum, gerek görüntü zenginliği ve yenilikleri, gerekse de ilk defa yüksek bütçeli bir Hollywood filminde ezilen halkın, iyi ve galip gösterilmesi beni çok şaşırttı. Filmde ki politik mesajlarda, Amerika'nın işgal ettiği kültürlerde ve ülkelerde ki günahlarını çıkarma çabası, birçok kez gözümüze de çarptı. Ayrıca, yönetmen James Cameron'ın hayalgücü ve sinema dili de takdire şayen. Her yönü ile 2009'a damga vurmuş bir film, izlemeyen herkes bir an önce izlesin, mümkünse 3D'ile :)

8.01.2010

Un Divan a New York


"Neden bilmiyorum ama bütün ayakkabılarını pırıl pırıl hizalanmış görünce kalbim sıkıştı.Hiç değilse birinin üstünde ufak bir çamur lekesi,çimen parçası,küçük bir yaprak olsaydı..."


Juliette Binoche hakkında yazacaklarım muhakkak hep eksik kalacaktır.Çünkü onun ekrana yansıyan büyüsünü tarif edebilecek kadar iyi bir Türkçe'ye sahip değilim.Belki de böylesi daha iyi aslında çünkü o büyüyü,ışığı tarif edebildiğimiz an onu zihnimizde canlandırabileceğimiz anlamına gelir.Öyle olmasındansa yarım kalmasını tercih ederim.Neyse,yazının konusu Binoche değil onun belki de en "basit",en "olmamış" filmlerinden biri:Un Divan a New York.Yine de,filmi Binoche'dan başka izlenmeye değer kılan neler olduğunu anlatmak isterim.

Filmin yönetmeni Belçikalı Chantal Akerman.Kendisi hakkında en ufak bir fikrim dahi olmadığını peşinen söyleyeyim.Ancak gördüğümüz kadarıyla Akerman klasik bir Fransız romantizmiyle Hollywood klişelerini bir arada bulunduran naif bir aşk filmini birleştirmeyi denemiş ve ortaya Fransız usulü bir romantik-komedi filmi çıkmış.Yani,ağır ağır ilerleyen,klişelerle dolu bir aşk filmi.Aslında,Amelie ve Jeux d'enfants ile başlayan yeni Fransız aşk filmlerinin gayet başarılı olduğunu biliyoruz.Ama "un Divan a New York" kesinlikle o kalibrede bir film değil.Yalnız bu söylediklerim filmde izlenmeye değer bir şey yok diye anlaşılmasın.Yazının başında da belirttiğim gibi,başta Binoche olmak üzere bir çok küçük,sevimli detay her romantik-komedide olduğu gibi yüzünüzü gülümsetiyor.

Binoche'nin ve William Hurt'un başarılı oyunculuklarına pek fala değinmenin anlamı yok zaten.Onun dışında filmi asıl ilginç kılan;her zaman farkında olduğumuz halde her gördüğümüzde bizi şaşkınlığa uğratan "zıtlıkların uyumu" meselesi.Ünlü ve başarılı psikanalist Henry Harriston düzenli,aşırı titiz ve yeterince obsessiftir.Her şeyi planlı ve düzenlidir.Yani tipik "kariyerli" bir Amerikalıdır.Bunun yanı sıra Beatrice ise Paris'in banliyölerinden birinde yaşayan,gayet rahat,umursamaz,dağınık ama son derece çekici bir kadındır.İkisi de aldıkları ani bir karar sonucunda evlerini bir süreliğine değiş-tokuş etmeye karar verirler ve hikayemiz başlar...

Beatrice Harriston'un dairesine yerleştiğinde yaşadığı duygu "köyden indim şehire" tadındadır.Harriston ise tam tersini yaşıyordur.Tavanı sızdıran,dağınık bir daire...Üstelik hiç alışık olmadığı varoşlarda...Beatrice kısa süre içerisinde çevresini kendine bağlamayı başarmıştır.Daha doğrusu bu kendiliğinden gerçekleşmiştir.Çünkü,Beatrice'nin o umursamaz,doğal tavrı herkesin yıllar önce belirli kalıplara girmek adına askıya aldığı o eski,hınzır hallerini anımsatmaktadır onlara.Beatrice çevresindeki herkesi kendine aşık etmiştir.Çünkü o herkesin bir yerde unutup da aradığı o saflıktır.Aynısı Doktor Harriston'a da olur.Beatrice'nin evinde kalamaz ve New York'a geri döner.Ancak dönüş amacı kesinlikle bu değildir.

Binoche'nin o kimseye benzemeyen jest ve mimikleri,kimin hasta kimin doktor olduğuna dair başarılı göndermeler ve film boyunca hiç bitmeyen sıcak diyaloglar...Ağır-aksak ilerleyen bir romantik-komediyi izlenebilir kılan ve hatta sevdirebilen sebeplerin başında geliyor...

7.01.2010

Les triplettes de Belleville



Animasyon filmleri, tür olarak çok sevsemde bugüne kadar hiç bir örneğini bloğuma yazmadığımı fark ettim. İşte bu noktada bugün sizlere, sevdiğim animasyonlar içinde rahatlıkla ilk 10'a girebilecek olan, Les triplettes de Belleville( Belleville'de Randevu) filmini tanıtacağım. 2003 Fransız yapını filmin, yönetmenliğini, Sylvain Chomet üstleniyor. Tarz olarak, macera-komedi diyebilceğimiz bu animasyon, gerek müzikleri gerekse de çizimsel özgünlüğü ile dikkat çeken bir film. Kesinlikle, yetişkinler için olan bu animasyon , çok karikatürize ve çirkin figürleri barındırıyor. Hayali şehir Belleville ise, New York, Montreal ve Paris'in bir sentezi gibi karşımıza çıkıyor.Ayrıca film, bazı anlarda bu üç büyük şehre göndermeler yapmadan da geçmiyor. Konuya gelirsek eğer, yetim çocuk Champion, büyükannesi Madam Souza tarafından büyütülmüş ve en büyük tutkusu bisiklet sürmek olan bir çocuktur. Üç tekerlekli bisiklet ile başlayan bu tutkusu zamanla onu Fransa Turu'na kadar götürür. Büyükannesi tarafından, zorlu bir antreman programından geçen Champion yarışmaya artık hazırdır. Yarışmaya iyi başlıyan Champion, yarışı bitiremez çünkü, iki esrarengiz adam tarafından kaçırılmıştır. Madam Souza, çok sevdiği torunu Champion'u kurtarmak için yola düşer ve yanına şişko köpekleri Bruno'yu da alır. Atlantik'in karşı kıyısında ki, Belleville şehrine geldiklerinde, şehrin korkutucu ve esrarengiz havasından dolayı ne yapcaklarını bilemezler. İşte o anda, Belleville'li tripletçileri yardımlarına koşar, üç yaşlı kadından oluşan bu grup, Champion'u bulmak için Madam Souza'ya yardım ederler. Champion'un, Fransız Mafya'sı nın elinde olduğunun anlayan, Madam Souza ise zaman kaybetmeden torununu kurtarmak için planlar yapmaya başlamıştır bile. Her yönden, özgün ve kaliteli bir animasyon filmi. Sıfıra indirilmiş diyaloglar, kusursuz macera dozu ve müzikleri ile benim ilgimi çokça çekmiş bir yapım. Animasyon seven herkese, rahatlıkla tavsiye ederim. İyi Seyirler

5.01.2010

The Big White (Arapsaçı)


Kenarda köşede kalmış ve gereken popülerliği yakalayamamış, filmlere bayılırım. The Big White'da, işte tam bu filmlerden biri. Gerek doğa koşulları'nın filme getirdiği görsellik, gerek oyuncu performansları ve gerekse de kara mizah tarzını iyi yansıtması ile benden 10 üzerinden 7.5 almayı hak etti. Öncelikle, film doğa koşulları itibarı ile bende hep merak uyandırmış olan, Alaska'da geçiyor. Karlar altında ki o kasaba, içi boş mekanlar ve huzursuz ve hafif sinirli komik insanlar. Hepsi, tam anlamıyla filme bir hava katıyor, aynı Fargo gibi. Belki, filmi bu kadar beğenmem de ki neden , Fargo'ya benzetmiş olmasıdır.

Paul Barnell(Robin Williams) ve karısı Margeret(Holy Hunter) büyük mali sıkıntı içinde, Alaska'da yaşayan bir çifttir. Paul, gerek sahip olduğu turizm bürosunun devamı için, gerekse de karısı Margeret'ın psikolojik tedavisi için yüklü bir paraya ihtiyacı vardır. Tek umudu ise, 3yıldır ortalarda olmayan kardeşi Raymond'ın(Woody Harrelson) hayat sigortasıdır. Fakat, Alaska yasalarına göre kayıp olan kişinin , 5yıl bulunamaması üzerine ancak sigorta parasını alabilmektedir. Bu durumda Paul'un aklına şeytanca bir fikir gelir ve birgün iş çıkışı çöpte bulduğu donmuş cesedi, kardeşi Raymond'a benzetmeye çalışır. Kaza ile öldüğü imajını verip, 1 milyon dolar alma peşine düşer. Fakat, uyanık sigortacı, eşcinsel mafya bozuntuları ve gerçek Raymond'ın çıkıp gelmesi tüm işleri Arapsaçı'na döndürür.

The Big White, kaliteli oyuncu kadrosu ve başarılı kurgusu ile benim çok hoşuma giden bir film oldu. Kara hasret kaldığımız bu kış günlerinde, karlar içinde geçen sıcak ve samimi bir suç filmi. Tavsiyemdir, iyi seyirler.