Pages

23.04.2010

Vavien


Şok içersindeyim, dün gece filmi izledim ve kendi kendime kızıyorum saatlerdir, nasıl kaçırdım ben bu muhteşem filmi diye. Yıllardır, hep aradığım ama bulamadağım tadı ilk defa bir Türk Filmin de yakaladım. Çok ince ve kurnazca hazırlanmış senaryo, başarılı görüntü yönetmenliği ve muhteşem müzikler. Tabiki, oyunculukları da unutmamak lazım, Settar Tanrıöven ve Binnur Kaya tam anlamıyla döktürmüşler. Engin Günaydın ve Serra Yılmaz'da yine başarılı oyunculuklar çıkarmışlar.

Sıradan Anadolu insanı ve onun yaşatısını konu alan film. Ayrıca, kasaba esnafının hayatını da çok güzel bir şekilde işliyor. Engin Günaydın'ın abisine ait olan, Erbaa'da ki elektirikçi dükkanı da, bu film için biçilmiş bir kaftan gibi. Konuya gelirsek eğer, Celal kasaba da küçük bir elektrikçi dükkanına sahip olan, sıradan bir adamdır. Karısı ve oğluyla birlikte mutsuz bir yaşam süren Celal'in tüm eğlencesi abisi Cemal ile Samsun'a pavyona gitmektir. Karısı Sevilay ise, tüm zamanını evinde geçiren ve kocasını mutlu etmeye çalışan bir kadındır. Ama, Celal'den gizli Almanya'da ki babasının gönderdiği paraları biriktirmektedir. Borç batağı içinde ki Celal'de bu parayı bir çıkış yolu olarak görür ve sinsice bir plan hazırlar ama işler daha da içinden çıkılmaz bir hal alır ve tarji-komik olaylar birbirini izler...

Her detayı ile izleyiciyi şaşkına uğratan bir film. Öncelikle Vavien metaforu filmde çok başarılı bir şekilde yansıltılmış ve senaryo vavien metaforu üzerine oturtulmuş. Celal'in yaşadığı gelgitler, Sevilay'ın hayata geri dönüşü ve abisi Celal'in üstlendiği Vavien rolü tam anlamıyla şahane. Ayrıca, Celal'in neon çakmağı, porno arşivi, cinayet provası, otomatik açılan kapı, Anadolu pavyonu detayları, inşaat açılışın da ki beyaz, turuncu, mavi(akp'nin renkleri) balonlar, hepsi tam anlamıyla süperdi... Taylan Biraderlere ve Engin Günaydın'a sinemamıza böyle önemli bir kara mizah örneği kazandırdıkları için minnetlerimi sunuyorum...

20.04.2010

Okiribito (Departures)


Okiribito, 2009 yılında en iyi yabancı film Oscar'ını kaptğında pek bir şaşırmıştım. Çünkü, o sene Beşir'le Vals benim en büyük adayımdı. Ödülden sonra, gerçekten Oscar'ın yabancı film dalında, başka kriterleri olduğunu ve çok seçici davrandıklarını anladım. Aylar önce filmi almama ve çok merak etmeme rağmen, geçen hafta ilk defa izleyebildim filmi. Hafif bir dram ağı ile yoğrulmuş hafif bir film geldi bana. Başarıyı bir türlü bulamamış ve orta çaplı bir orkestrada çello çalan Daigo'nun traji-komik hikayesine şahit oluyoruz. Orkestra dağılınca, Daigo eşi Mika'yı yanına alıp doğup büyüdüğü kasabaya döner. Doğduğu evde birçok anı ile yüzyüze kalan ve onu terk etmiş babasını sürekli düşünen Daigo, bir yandan da iş bulma çabası içindedir. Rastlantı eseri gördüğü ilana başvuran Daigo, gittiği ofisin bir turizm acentası olduğunu düşünmektedir ama beklentileri gerçekleşmez ve yepyeni tabutlar onu ofiste karşılar. Aslında, başvurduğu işin ölü yıkama ve tören hizmeti olduğunu geçte olsa anlayan Diago işi almak istemez ama parası güzel olan bu iş onu bir şekilde içine çeker. İlk başlarda çok zorlansa da bu iş ona geçmişi ile bağlantı kurmasını sağlar, ölüler ve onları son yolculuklarında güzelleştirme sanatı onu cezbeder ve artık bu iş geçiçi bir işten öte, onun için bir tutku haline gelir. Hem müzikal hemde içerdiği duygusal ağ bakımından insani pek etkileyen, yer yer güldüren, insanlık dersi veren bir film. Japon insanı ve değerlerini iyi yansıtan ve son zamanlarda dejenere olma yönünde ilerleyen Japon gençliğine ders veren nitelikte bir film. Fedakar evlatlar, karılar, kocalar ve insanlar... Bu filmin içinde bolca insanlık var...

Yeni Sinema Hareketi


Reha Erdem,Semih Kaplanoğlu,Yeşim Ustaoğlu.Alper Özcan ve daha niceleri...Şüphesiz bu yönetmenler ülkemiz sinema kültürünün gelişmesine -daha doğrusu yetişmesine -ön ayak olacaklardır.Ancak gerçek şu ki,bağımsız filmler-böylesi bir ayrım yapmak yanlış da olsa- izlenmiyor.Dolayısıyla yeni projeler de gerçekleşemiyor.Fakat sinemacılarımız bu zinciri kırmak üzere insiyatif aldılar ve "Yeni Sinema Hareketi" adlı bir oluşum başlattılar.Bu kapsamda Ortaköy Feriye sinemasında festival tadında,ama asıl amacı sinema icra eden yalnız ve cesur insanlar arasındaki dayanışmayı,iş birliğini ve iletişimi sağlamak,geliştirmek olan bir seri gösterim projesi düzenlediler.23 Nisan-9 Mayıs arasında gerçekleşecek olan etkinlikte bilet fiyatlarının da normalden ucuz olduğunu belirtelim.Özetle,Yeni Sinema Hareketi'nin,sinemayı bir sanat dalı olarak icra eden yönetmenlerin ve yapımcıların bir türlü kıramadıkları zincirlerini kırmaları için ve sadece sinema yapabilmek amacıyla başladıkları serüvenlerine aynı parola ile devam etmeleri için,destek verilmesi gereken bir oluşum olduğunu düşünüyorum.Toplu gösterim etkinliğine de katılmanızı ısrarla tavsiye ediyorum.


not:Resmin üstüne tıklayarak festival programını büyütebilirsiniz.

12.04.2010

Fantastic Mr. Fox


Kendine has tarzı olan ve bu tarzından pek taviz vermiyen yönetmenleri çok severim. İşte bu noktada, Wes Anderson'da sevdiğim yönetmenlerden biridir. İlk olarak, The Royal Tenenbaum ile tanıdığım daha sonraları Life Aquatic ve The Darjeeling Limited
ile hayran olduğum yönetmenin ilk animasyon filmininde tamamlanmasını iple çekiyordum. Aslında, filmi izlemden önce bazı çekincelerim vardı ama izledikten sonra
izlediğim en iyi animasyon olduğuna karar verdim.Stop motion , tekniği ile çekilmiş filmde, renkler soluk ve hareketler yavaş gelebilir ama, detaylara dikkat edince, sanatsal bir zenginlik ve yorum olduğunu göreceksiniz. Kıyafetlerin dokusu, havlunun üzerinde ki tilki işlemesi, evin dekarasyonu ve hatvanların betimlenme şekilleri tam anlamıyla muhteşem. Tabiki, müzikleri ve mizah dolu esprileri de unutmamak gerekir. Diğer bir önemli nokta da, filmin seslendirmesini üstlenen usta oyuncular. Mr.Fox'un seslendirmesini, bu sene en çalışkan isimlerden biri olan George Clooney üstlenmiş, Merly Streep ise Mr.Fox'un karısı Felcity'i seslendrimiş. Diğer seslendirme oyuncuları ise şu isimlerden oluşuyor; Bill Murray, Jason Schwartzman, Owen Wilson ve Willem Dafoe. Filmin senaryosu, Roald Dahl'ın aynı adlı kitabına ait. Kitabı, okumamıştım ama Wes Anderson öyküyü o kadar başarılı bir şekilde anlatmış ki, ilk işim bu kitabı bulup okumak olucak. Konuya gelirsek eğer, Mr.Fox vahşi tabiatının verdiği iç güdülerle tavuk ve hindi çalan, zeki ve kurnaz bir tilkidir. Karısı Felicity'e verdiği hırsızlık yapmama sözünü tutamaz ve kasabanın en belalı üç çiftçisinin hayvanlarını çalar. Çiftçiler, bu hırsızlıklardan sonra boş durmaz ve Mr.Fox'u yakalamak için elinden geleni yapmak için güçbirliği yaparlar. Tabiki, Mr.Fox ve arkadaşlarıda boş durmaz ve karşılık verirler ve işler içinden çıkılmaz bir hal alır...

Kısacası film, son zamanlarda izlediğim en iyi animasyonlardan biri ya da en iyisi. Sanatsal öğeleri, teknik özellikleri, konusu, işlenişi, müzikleri ve diyalogları ile alkışı hak eden bir yapım. Açıkçası, Oscar'ı bu sene haksız yere kaçırdığını düşündüğüm, bu animasyonu herkese tavsiye ederim, iyi seyirler...

8.04.2010

Petit Indi


İspanyol,Katalan,Fransız ortak yapımı "Petit Indi",son yılların "popüler" şehirlerinden Barcelona'nın banliyölerinde yaşayan genç Arnau'nın hayata tutunma serüvenini anlatıyor.İspanyol yönetmen Marc Recha kamerasını şehrin dışında yaşayan,günlük,angarya işlerle geçimini sağlayan ufak bir aileye tutuyor ve yalnızlığını,umutsuzluğunu,kederini çeşit çeşit kuşlarıyla unutmaya çalışan Arnau'nun sıkışmışlığını gözler önüne seriyor.

Kent-kır ayrımı ve hiç bir zaman tam olarak şehirli veya taşralı olamama durumu son dönem Türk sinemasının sıkça işlediği bir konu.Avrupalı bağımsızların da böylesi bir konuyu işlemeleri aslında aynı sancıların,bir takım subjektif ögeler barındırsa da,genel hatlarıyla coğrafya ayırt etmeksizin dünyanın çoğu yerinde,özellikle gelişimini geç tamamlamış ya da hala gelişmekte olan ülkelerde de yaşandığını gösteriyor.Bu anlamda "Petit Indi" her ne kadar Barcelona'nın eteklerinde geçiyor olsa da kent-kır meselesinde,Semih Kaplanoğlu'nun filmlerini andırıyor dersek yanılmış sayılmayız.

Arnau yaşıtlarına göre çok daha hassa bir yapıya sahiptir.Her hafta sonu şehir merkezine,cezaevindeki annesini görmeye gider.Annesini cezaevinden kurtarmak için iyi bir avukata ihtiyacı vardır.İyi bir avukat içinse hatrı sayılır bir paraya.İşte bu uğurda,bir anlamda dert ortağı sayılabilecek sakasıyla şampiyonaların yolunu tutar ve kuşu Katalunya Şampiyonası'nda en güzel sesli kuş seçilir.Artık yeterince parası vardır ancak haylaz dayısı sayesinde alıştığı köpek yarışlarına her geçen gün daha fazla para yatırmaya başlamıştır ve bahis hayatında önemli bir yere sahip olmuştur.Arnau hayatındaki tüm kötü gidişleri para ile düzeltebileceğini düşünmüştür ama bu büyük bir yanılgıdır.

Barcelona gibi büyük bir metropolün yanıbaşında hayata tutunmaya çalışan Arnau'nun hikayesi aslında bildiğimiz ama kesinlikle kayıtsız kalamadığımız bir hikaye.Kent ve kır arasındaki sıkışmışlığı yalın ve gerçekçi bir dille anlatan film Barcelona'nın "köşelerini" perdeye yansıtma konusunda da çok başarılı olmuş

5.04.2010

The Trotsky


Film festivalini Kanada yapımı "The Trotsky" ile açmış olduk.Gösterimin yapıldığı Yeni Rüya salonuyla ilgili bir yorumda bulunmayacağım çünkü ne desem eksik kalır.Sadece,daha önce hiç bu kadar kötü bir salonda festival filmi izlemediğimi belirteyim yeter.

Trotsky ya da ülkemizde bildiğmiz üzere Troçki,Kanada'nın Quebec eyaletinde yaşayan lise öğrencisi Leon'un "devrim" serüvenini konu alıyor.Leon kendisini ünlü Sovyet sosyalisti Lev Troçki'nin reenkarnasyonu olduğuna inandırmıştır ve hemen her hareketini Troçki'nin yaptıklarıyla karşılaştırarak biçimlendirmektedir.Kısa süren "devrimciliğine" babasının fabrikasında başlattığı boykotla başlar.Soluğu nezarette alır ancak,bu onu yıldırmaktan çok sevindirir çünkü devrimci eylemleri cezalandırıldıkça kendini Troçki'ye daha da çok benzetmektedir.Tipik burjuva alışkanlıkları gösteren ailesi ise Leon'un bu tavırlarına bir anlam verememektedir ve babası son çare olarak daha disiplinli bir eğitim alıp deyim yerindeyse törpülenmesi amacıyla oğlunu bir devlet okuluna yazdırır.Oysa bu Leon için bulunmaz bir fırsattır zira uğruna mücadele ettiği halk ile aynı çatı altına girme fırsatını elde etmiştir.İşte bu andan sonra maceramız başlar : Leon,okulundaki katı hocalara rağmen öğrenciler arasında örgütlenmeye başlamıştır ve okulu ele geçirmeyi kafasına koymuştur.

Trotsky,lafını esirgemeyen bir film ancak kesinlikle sıkıcı değil.Aksine çokta neşeli.Sanırım,bu kadar"suya sabuna dokunup" da can sıkmayan,üstelik gülümseten bir film daha bulmak zor olacaktır.Leon'un kısa devrim hayatında gördüğü gibi,devrim kesinlikle bireysel fedekarlıklardan daha fazlasını gerektiriyor,hatta bireysel çabalardan çok toplumsal bilinç ve özveriye ihtiyaç duyuyor.Ancak kitlesel bir hareket haline geldiğindeyse neredeyse elzem oluyor.Ezcümle,inanılmaz komik ve bir o kadar da düşündürücü bir film "The Trotsky"...

Oyunculuklara da ayrı bir paragraf açmadan bitirmeyceğim yazıyı.Özellikle Leon tiplemesiyle Jay Baruchel ve izleyenleri liseli bir ergene de aşık olunabileceğine ikna eden Emily Hampshire olağanüstü bir performans sergilemişler.