Pages

24.09.2009

Le Grand Bleu (Derinlik Sarhoşluğu)



Oldum olası, Akdeniz temalı filmler hep dikkatimi çekmiştir. İşte bu filmde onlardan biri, Luc Besson imzasını taşıyan film, 1988 yapımı. Usta yönetmen, lise çağlarında en büyük zevki olan dalmak tutkusunu, daha o zamanlar taslağını hazırladığı bu filmle bize gösteriyor. Ayrıca, yönetmen daha sonraları hazırladığı Atlantis belgeseli de deniz tutkusunu gözler önüne seriyor. Zaten daha önce amatör olsada dalış yapmamış birinin böyle bir filme imza atması imkansız gibi.


Hikayemiz, iki çocukluk arkadaşını konu alıyor, Enzo ve Jacques dalmayı Yunan adalarından birinde öğrenmiş biri Fransız diğeri İtalyan bir çoçuktur. Aralarındaki rekabet ve dostluk çoçukluk yıllarına dayanıyordur. Jacques babasını talihsiz bir kazada kaybetmiş ve adadan ayrılmıştır. Enzo'da, Güney İtalya'ya dönmüştür. İkiside, yıllar sonra, serbest dalış konusunda dünya çapında iki isim haline gelmişlerdir. Ama, aralarında ki en büyük fark , Enzo'nun rekor kırmak için dalması, Jacques'in ise denizle arasında özel bir bağ olmasıdır. Bu iki çocukluk dostu, yıllar sonra Dünya Şampiyonluğu için birbirlerine rakip olurlar. Ölümcül dercede tehlikeli olan bu dalışlar en büyük tutkuları olan dalmayı engelleyemez. Jacques'in sevgilisi Johanna ise bu rekabetin ve tutkunun en yakın tanığıdır. Ama kahramanlarımız, zamanı gelince ölüme dalış yaparken ne sevdiklerini ne de ailelerini düşünürler, onlar için en büyük aşk ve tutku dalmak ve suyun dibindeki gerçeği aramaktır.


Film genel hatları ile başarılı gözükmekte, dalış ve deniz tutkusunu zaman zaman komedi unsurları ile zaman zaman da fantistik bazı öğelerle birleştirmiş. Fakat, film çok uzun olmasından dolayı senaryo da bazı kopukluklar var. Jean Reno, çılgın İtalyan dalgıç Enzo rolünde çok başarılı ve komik ayrıca Rosanna Arquette ve Jean-Marc Barr'da başarılı oyunculuklar çıkarmış. Görülmesi gereken bir yapım, tavsiye ederim, iyi seyirler...

1 yorum:

manifesto dedi ki...

Akıllardan kolay kolay çıkmayacak denizaltı sekanslarına sahip olan Büyük Mavi, Yunanistan-Sicilya deniz manzaraları ve arkaplanındaki 80'lerin elektronik müziği ile adeta yönetmen Luc Besson'un bebeği gibi. Besson'u dünyaca ünlü yapan, şiddet dolu filmleri Nikita ve Léon'dan her anlamda farklı bir başyapıt. Ruhani bir yolculuğu, romantik komedi iskeleti üzerinde ve akıllara durgunluk veren bir görsellik eşliğinde anlatıyor olması filimi daha enterasan boyutlara taşıyor.